Yerel yönetimler her zaman çok önemlidir.Bu makamlar, yerel halkın verdiği kararı en iyi şekilde temsil etmesi gereken kurumlardır. Yani yerel halk, kendisine hizmet edecek, fayda sağlayacak liderlere ve kadrolara oy verir ve karşılığını bekler. Aynı şekilde yerel yöneticiler de kararlarında, projelerinde oylarını aldıkları seçmenlerine karşı sorumludur. Kararlarını bu sorumluluğun bilinciyle almalıdırlar.
Sizlere aşağıda, tarihte yaşanmış, yerel yönetim ile merkez yönetim arasında geçen bir olaydan bahsedeceğim. Bahsedeceğim bu olay, bir kitaptan alıntılanarak aynen aktarılmıştır. Bu tarihi olay, Türkiye Cumhuriyeti’nde belki de ilk kez bir yerel belediye başkanının merkez yönetime karşı başkaldırısı ya da dik duruşu olarak adlandırılabilir.
Aynı şekilde, merkez yönetimlerin doğru kararlar almasının önüne geçen, çevrelerini saran bazı bürokratların da bu tür gerginlikleri doğurması muhtemelen normaldir. Dikkat çekmek istediğim iki husus şunlardır:
Serbest Fırka yeni kapatılmıştır. Ülke bir gerginlik içindedir. Her zamanki gibi, bu gibi durumlarda halkın nabzını yoklamak maksadıyla, 22 Kasım 1930 tarihinde Gazi Paşa Samsun’a gelir. 1919'da ayak bastığı ve Millî Mücadele'nin başladığı bu şehir, adeta yeni zapt edilmiş bir düşman şehri gibi askerler, polisler ve emniyet güçleri tarafından karşılanır.
Bu karşılamayı Yazar Ahmet Hamdi Başar, Atatürk’le Üç Ay kitabında şöyle anlatır:
“Her tarafta fevkalade inzibat tedbirleri alınmıştı. İstasyondan itibaren bütün yollar süngülü askerler tarafından tutulmuştu. Halk, asker kordonlarının arkasına sinmişti. Bu suretle askerden ve polisten maada hiç kimseyi göremeden, adeta bir düşman şehrine henüz giren bir kumandan gibi Gazi ve bizler, otomobillerle Gazi'nin misafir edileceği konağa geldik…”
Vali'nin ve idarecilerin bu tutumu Gazi’nin hoşuna gitmez. Peki, ama bütün bunlar neden yapılmıştır?
Şunun için ki, kendi kendini dağıtan Serbest Fırka, sadece Samsun’da belediye seçimlerini kazanmıştır. Ardından daha garip bir olay yaşanır: Gazi, biraz dinlendikten sonra şehir adına verilen bir ziyafete götürülür.
Gazi bu duruma daha da içerler; havada soğuk rüzgârlar eser, herhalde fırtına patlayacaktır. Sorar:
Cevap yoktur. Adam koşturulur, belediye reisi bulunur. Kendi halinde, sakin tavırlı bir Samsunlu olan Belediye Reisi Keresteci Boşnakzade Ahmet Bey gelir. Paşa, kadehini reise doğru kaldırır:
Ama reis yalnızca su bardağını kaldırır. Çünkü o yemeğini yemiştir. Paşa daha da alınır:
Ondan sonraki havayı tahmin etmek mümkündür. Eski Serbest Fırka'lı belediye reisi, şehir adına kurulan sofraya çağırılmamıştır. Samsun Valisi, Gazi'nin eski bir asker arkadaşıdır. Atatürk gözlerini ona çevirir ve bu durumu sorar. Yine cevap alamaz. Vali gittikçe oturduğu yerde ezilir. Konuşmalar tekrar Serbest Fırka’ya geldiğinde, Gazi belediye reisine döner:
Fakat belediye reisinin cevabı beklenmediktir:
Bu beklenmedik cevap, Gazi’yi sinirlendirmez. Sakin bir sesle şöyle der:
Burada Gazi Paşa'nın yaşadığı bu olay, sadece bir ziyaret anısının ötesinde, çok daha derin bir yapısal soruna işaret eder. Her ne kadar Samsun Valisi, Gazi’nin uzun yıllar birlikte yol yürüdüğü, silah arkadaşlarından biri olsa da; bu olay, yakın dostlukların dahi doğruyu her zaman göstermeye yetmediğini, aksine yanlış yönlendirmelerin ne derece tehlikeli olabileceğini ortaya koymuştur.
Ziyafet sofrasına davet edilmeyen, halkın iradesiyle seçilmiş bir belediye başkanının yok sayılması, aslında o dönemki bazı yönetim anlayışlarının halktan ne denli kopuk olduğunu da gözler önüne sermektedir. Burada dikkat çeken husus şudur: Kapalı devre yönetim anlayışı, ister vali, ister belediye başkanı, isterse daha üst bir siyasi makamda olsun; yöneticileri, halktan gelen taleplerden ve gerçeklerden uzaklaştırır. Etrafını sadece kendi fikirlerini onaylayan bir çevreyle kuşatmış olan lider, zamanla halkın sesini duyamaz hale gelir. Bu durum, ne yazık ki halkın değil, dar bir zümrenin yönlendirmesiyle alınan kararların öne çıkmasına sebep olur.
Belediye Başkanı Ahmet Bey’in gösterdiği dik duruş, yalnızca bir kişisel kararlılık örneği değil, aynı zamanda halk iradesinin yönetime nasıl yansıması gerektiğine dair tarihi bir ders niteliğindedir. Günümüzde de benzer şekilde, birçok yerel ya da merkezi yöneticinin, kendi çevresindeki dar kadroların etkisiyle halktan uzaklaştığı, talepleri görmezden geldiği ve nihayetinde yanlış kararlar aldığına şahit olmaktayız.
Bu nedenle, yönetim anlayışında şeffaflık, hesap verebilirlik ve halkla doğrudan temas bir lüks değil, bir zorunluluktur. Aksi halde, halkın teveccühüyle göreve gelenler, halktan kopar, kararlarında yalnızlaşır ve yönetim meşruiyetini zamanla yitirir.
Kaynak;
Ahmet Hamdi Başar : Atatürk'le Üç Ay
Şevket Süreyya Aydemir : Tek Adam